Diyalog- 21.10.2019

Yönetmen, senarist: Albert Serra
132′ Filmekimi

Ezgi: “Özgürlük” ile ilgili genel bir yorum yapmak çok zor. Bir filmde duyduğum yeni bir şey söyleme ihtiyacını kesinlikle karşıladı. İçerikten bağımsız olarak izlediğim bütün sahneler hipnotize ediciydi. Belki de 2 saat 15 dakika süren, az sayıda diyaloglu bir filmin bu kadar sürükleyici olmasının nedeni budur. İçerik konusunda ise yetersiz kaldım. Başlarda diyalogların öğrettiği bilgiler sonlara doğru yetersiz geldi, filmin geçtiği döneme ve kültüre aşina olmamakla beraber alt metni aramaktan yoruldum. Sence filmin biraz daha açıklayıcı olmaya ihtiyacı var mı?

Emre: Ben de biraz diğer tarafından baktım diyebilirim. Başta verilen bilgiler film boyunca olan biten hakkında bir anlam ve hikaye örgüsü yakalama çabasına girmeme neden oldu. Keşke o bilgiler hiç verilmeseydi diye düşündüm. Ortalarında bir yerlerde hikaye arama çabamı bırakıp tamamen ekranda olup bitene kendimi vermeye başladığım andan sonra filmden zevk almaya başladım. İnsanın içgüdüsel doğasına dair enteresan bir deneyim sunduğunu düşünüyorum. Cinsel hazza ulaşmak için ortaya çıkartılan, insanın gizli kalmış ya da baskılanmış dürtülerinin farklı dışa vurumlarını gördük; sadist-mazoşist fanteziler, aşağılanma ya da aşağılama güdüleri, acı, zevk hepsi birbirine girmiş haldeydi ve her şeyin karanlık bir ormanda geçiyor olması da içgüdüselliğe dair güzel bir fon oluşturuyordu. Marquis De Sade’ın Yatak Odasında Felsefe kitabı aklıma geldi filmi izlerken. Filme aşık olduğumu ya da nefret ettiğimi söyleyemem ama güzel ve cesur bir deneme olarak görüyorum. İlle de klasik bir hikaye akışı olmasını beklemiyorum filmleri izlerken. Ama bugün sinemada filmden çıkan insan sayısı kalanlardan fazlaydı neredeyse. İlk defa bir filmin ortasında bu kadar çok insanın salonu terk ettiğini gördüm. Bir kısmı hikayesizlikten bir kısmı da ahlaksız bulduklarından çıkmış olabilir diye düşündüm. Sen ne düşünüyorsun insanların filmi terk etmeleri konusunda?

Ezgi: Doğru, belki de bir yerde ben de kendimi özgür bırakmalıydım senin gibi ancak sürekli filmin beni nereye götürmeye çalıştığını düşünerek senin deneyimlediğin akışsal özgürlüğü yakalayamadığım için üzüldüm şimdi. Sinemada bir filmi izlemenin artılarından birisi kesinlikle atmosferi daha kolay hissedebilmek ve bu filmi bir salonda izlediğime seviniyorum. Ancak sinema salonları çoğu zaman bir kabus. Telefonunu kullananlara, konuşanlara bu seansta önümüzden geçen onlarca kişi de eklendi. Ancak sonuçta önümüzü kapatan insanların da terk etmesiyle mutlu oldum. Görüş açım iyileşti bu sayede. Çıkanların çoğunun filme şans vermediğini düşünüyorum. Hikayesi olup olmadığını anlayabilecek kadar bile kalmadılar. Ama devasa penisler çıkmaya başladıktan sonra terk edenler galiba ahlaksız buldular. Ben de hiçbir sahneden rahatsız olmadım diyemem. Filmin başında karakterlerle ilgili bilgimizin kısıtlı olduğu zaman, üç erkek karakterin bir kadınla ilgili onu nesneleştiren fantezilerinden bahsetmesiyle başlayan hoşnutsuzluğum, rahatsız edici bakışlarıyla penisini okşayan adamla tavan yaptı. Sokakta sürekli gördüğüm bakışların çok da karikatürize edilmemiş haliydi. Toplumdaki çoğu erkeğin vücut diliyle ve bazen gerçekten penislerini okşayarak hissettirdiğine benzer bir histi. Erkeklerin, ülkeleri ve ideolojileriyle ilgili kararları aldığı arabaya da kadınların sadece seks için girebildiğini görüyoruz. Cinsiyetlerin uğradığı muamele farklıydı ve bu benim 21. yüzyılda benzerlerini gördüğüm bir durum. Sen filmi kişiselleştirirken buldun mu kendini benim yaptığım gibi?

Emre: Kişiselleştirdiğimi söyleyemem ama erkek-kadın ilişkilerindeki güç dengelerine dair, erkeğin ülke ideolojisine karar verme sürecinden çok kadının erkek karşısında cinsel olarak daha güçlü durduğunu gördüm ve bunu kadının erkek egemen sisteme bir başkaldırısı gibi duyumsadım. Evinde kocasıyla konuşan kadın buluşmaya gideceği erkekler hakkında şöyle söylüyordu ” Onlar gerçek erkek. Senin bana verebileceğin herhangi bir zevkin 10 katını veriyorlar bana.” Sonrasında ormanda sevişirken gördüğümüz kadınlar erkekler tarafından kırbaçlandığında bile “çocuk gibi kırbaçlıyorsun” gibi sözlerle sürekli erkeğin güçsüzlüğüne vurgu yapıyorlardı. Ereksiyon olamayan ya da kadını tatmin edemeyen bir çok erkek görüyoruz filmde. Erkekler eşcinsel ilişkiye girdiklerinde daha huzurlu görünüyorlardı sanki. Bu da toplumsal cinsiyet rollerindeki güç dengelerine, erkeğin kadın üzerinde kurmaya çalıştığı hakimiyete muzip bir gönderme olabilir belki. Sen böyle bir şey farkettin mi?

Ezgi: Sen söylediğinde mantıklı geldi şimdi, erkeklerin arasında herhangi bir hiyerarşi de görmedik film boyunca. Ünvanların hiçbirisi bir anlama gelmiyordu aslında. Yapılmak istenen devrimde kadınlara ihtiyaç duyduklarından bahsederken nedeninden bahsetmişler miydi? Bir de öldürülen adamın kim olduğunu anlayamadım ben izlerken. Öldürme işini de siyahi ve genelevden yeni geldiğini bildiğimiz bir kadına vermeleri güzel bir detaydı. Erkeklerin erekte olamaması ve yetersizlikleri bu noktada mı başlıyordu acaba?

Emre: Devrimle ilgili olarak kadınlardan bahsedilmiş miydi hatırlamıyorum ama sanki yaklaşmakta olan seks seansı için bekleyen ve hazırlık yapan erkeklerin o gece gelecek bir kadından bahsettiklerini hatırlıyorum. Sanki bir öncekinde yeterince tatmin edemedikleri için bu sefer daha sert deneyeceklerini konuşuyorlardı ve bunun planını yapıyorlardı. O zaman düşünmemiştim ama senin sorunla bağlantılı düşündüğümde belki de bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde devrimin başarısını kadınları memnun etmek ve onlara erkeklerin gücünü göstermek arasında gidip gelen bir kafa karışıklığı içerisinde bir yerlerde arıyor olabilirler gibi geldi. Sanırım üzerine konuştukça filme dair düşüncelerim iyice soyutlaşmaya başladı. Burada bırakmayı teklif ediyorum 🙂

Ezgi: Kabul. Düşünmemize izin veren filmleri çok seviyorum. Sana her şeyi açık açık söyleyen bir film izlemek ne kadar moral bozucu. Bu açıdan güzel bir gün oldu.

Emre: Kesinlikle katılıyorum.