Emre- 20.03.2020
Bu ara herkes eve kapanmış durumda. Bir yandan virüsten kaçıyoruz diğer yandan yıllardır biriken izlenecekler/okunacaklar listelerimizi eritiyoruz. Whatsapp gruplarından, mailleşerek, telefonlaşarak birbirimize öneriler yapıyorduk zaten ama bir de buradan filmler önerelim dedik. Sadece arkadaşlarımız değil, herkes yararlansın. Festival Kit’i takip eden milyonlarca izleyicimiz var sonuçta, eminim hepsi yeni bir post paylaşalım diye bilgisayarın karşı ucunda yemeden içmeden bizi bekliyordur.
Biliyorsunuz bir çok farklı platform var film izlemek için. Hepsinde de birbirinden güzel filmler mevcut. Biz de bu online platformlarda bulunan filmleri içeren karma bir liste hazırlayalım istedik. Platformların bazıları ücretsiz, bazıları ücretli. Ama ücretli olanlar da çok yüksek fiyatlı değil. Ayrıca güzel filmlerin yapılmaya devam etmesini istiyorsak pamuk elleri de cebe atacağız biraz. Filmler gökten bedava düşmüyor, filmleri yapan insanlar ve filmleri bize ulaştırma hizmetini veren insanlar da taş yemiyor sonuçta. Ben özellikle yerli ve bağımsız filmlerin festivallerde, sinemalarda ya da platformlarda izlenmesi taraftarıyım, sektöre destek olmak açısından. Diğer filmler için her zaman o kadar etik davranmıyor olabilirim.
Buyursunlar:
1- Svyato | Viktor Kossakovsky, 2005, Rusya, 33′
Platform: dafilms.com
Kossakovsky, çocuğunun evdeki oyun odasında bulunan boy aynasıyla olan ilişkisini gözlemliyor. Kossakovsky’nin her filmi gibi bu filmin de oldukça özgün bir yaklaşımı var. İnsanın kendilik algısının henüz çok küçük bir yaşlardan itibaren zihnimizi nasıl meşgul ettiğini gözler önüne seriyor. Yani o bunu anlatmak için mi çekti bilemem ama ben böyle hissediyorum. Filmi izlerken kendi çocukluğumdan hatırladığım, uzun zaman nasıl tanımlayacağımı bilemediğim, yıllar sonra Wim Wenders’in Wings of Desire filminde duyunca ‘hah, işte bu his!’ dediğim o şiirdeki hissi yarattı bende film. Şiirin ilgili bölümünü de paylaşayım, belki meramım daha iyi anlaşılır:
Çocukluk Şarkısı
Çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
Her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
Çocuk henüz çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
Alışkanlıkları yoktu
Bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
Saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…
Çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
Neden ben benim de sen değilim,
Neden buradayım da orada değilim.
Zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
Güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
Gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan önceki dünyanın bir görüntüsü mü?
Özellikle “Neden ben benim de sen değilim, Neden buradayım da orada değilim.” bölümü içinde olduğum bedene yabancılaştığım, başka biri olmanın nasıl bir his olduğunu merak ettiğim zamanlarda hissettiğim duyguyu çok iyi tanımlıyor.
(Bu arada şiirin yazarı, Wings of Desire filminin senaryosunu Wenders’le birlikte yazan, aldığı nobel ödülü Bosna soykırımını kabul etmediği için tepkiyle karşılanan Peter Handke, bunu da belirtmiş olayım.)
2- Talking About Trees | Suhaib Gasmelbari, 2019, Sudan, 94′
Platform: mubi.com
Bu filmi geçen sene İstanbul Film Festivali’nde izlemiştik. Sudan’daki diktatör yönetimin neredeyse tüm kültür-sanat etkinliklerini yasakladığı bir ortamda halka açık bir sinema kurmaya çalışan üç veteran sinemacının hikayesini anlatıyor film. İstanbul Film Festivali’nde uluslararası jüri özel ödülü alan film, festivale geldiği sırada Sudan’da 2018 yılından beri devam etmekte olan ayaklanma ateşlenmiş ve ordu yönetime el koyarak hükümetin başındaki Ömer el Beşir’i devirmişti. Bu tarihi dönemde ülkesinde kalmayı tercih ettiğini söyleyerek ödül törenine katılamayan yönetmen bundan aylar sonra Filmloverss’tan Güvenç Atsüren’e vereceği röportajda şunları söyleyecekti:
“Suhaib Gasmelbari: Aslında bunun sadece nahif bir direniş olduğunu söyleyemeyiz. Tabii ki biz çekimleri yaparken çevremizde o sinemayı açabilmek için gerekli umudu nereden bulduklarını soran birçok insan vardı. Ama ben filmimdeki yönetmenleri “umudun filozofları” olarak tanımlıyorum. Çevrelerinde olan biten her şeyin; devletin, silahlı güçlerin karşısında ne kadar zayıf olduklarının farkındalar. Hayatları boyunca birçok bedel ödemek zorunda bırakılmışlar, hapse atılmış, sürgüne gönderdilmişler. Aslına bakarsanız, çekimlerin başındayken ben de sinemayı açma girişimini nafile bir çaba olarak görüyordum. Ama onları tanıdıkça hissettiklerini daha iyi anladım. Yapmak istedikleri şey, geçici zaferler de olsa otoritenin gücü karşısında bir şeyler kazanmaktı. Çünkü devlet onları yüzlerce defa yok ekmek istemişti ama onlar hâlâ hayatta olduklarını göstermeye çalışıyorlardı.
Sudan’daki rejime karşı yedi defa ayaklanılmıştı, ama devrim girişimi bu kez sonuca ulaştı. Biliyorsunuz umut çok acı verici bir şey de olabilir. Defalarca denedikten sonra başarıya ulaşamazsanız, umudunuzu kaybedersiniz. Bu sebeple insan kendini umuttan uzak tutmak dahi isteyebilir. Ama devrime ihtiyacımız vardı. Bunu benim filmimde de hissedebilirsiniz. Politikayla ilgisi olmayan kişiler dahi gündelik hayatlarında ya da ekonomik olarak yaşadıkları sorunlardan bıkmış durumdaydılar. Hayal edemeyeceğiniz kadar zengin olan oligarklar her şeye sahipken, halk tamamen fakirdi. İnsanların gözlerini kapamak için islamı kullanıyorlardı.”
(röportajın tamamı şurada Suhaib Gasmelbari ile Talking About Trees’e Dair)
3- Aidiyet | Burak Çevik, 2019, Türkiye, 73′
Platform: blutv.com
Aidiyet daha dün yayınlandı blutv’de. Henüz izlemeye fırsat bulamayan bir çok insan için iyi bir fırsat diye düşünüyorum. Ben İstanbul Modern Sinema seçkisinde izlemiştim. Tabi ki sinemada büyük ekran izlemek ayrı bir keyifti ama madem karantinadayız, evde bilgisayarda da izlenir, ne yapalım.
Aidiyet, yönetmen Burak Çevik’in kendi ailesinde yaşanan gerçek bir trajediyi anlatıyor. Trajedinin ayrıntılarını ben vermeyeyim. Zira söyleşi sırasında merakıma hakim olamayarak trajediyle ilgili filmde verilmeyen bazı ayrıntıları sormuştum ve filmin bu özel ayrıntılarla ilgilenmediğini ve bu ayrıntıları deşmenin insanların özel hayatına müdahele etmek gibi olacağından endişelendiğini dile getirmişti. Ben de kendisine hak vererek magazinsel sayılabilecek merakımı bastırmıştım. O yüzden bu yazıda da oralara girmeyeceğim.
Zaten beni bu filmle ilgili olarak daha çok ilgilendiren şey filmin formuna dair klasik anlatı yapısını bozan yaklaşımı olmuştu. Filmin ilk yarısı belgesel estetiğinde, ikinci yarısı kurmaca estetiğinde çekilmişti. Hatta iki bölüm arasında öyle keskin bir ayrım vardı ki ilk bölüm bittiğinde “bu ne ya belgesel gibi sıkıcı gibi bir şey olmuş” diye düşündüğünü tahmin ettiğim bir kaç kişi filmin bittiğini sanarak sevinçle koltuklarından fırlamış ve sinemayı terk etmişlerdi. Bu durum nedense beni aşırı keyiflendirmişti ve koltuğuma daha da bir yerleşmiştim. Zira salondaki öz hakiki sinema izleyicisi bendim, çıkanlar ise popüler kültür insanlarıydı, gibi bir kendimden memnun olma haline kapılmıştım sanırım. İnsan işte, hep kendisini özel hissetmek istiyor.
4- Üç Renk: Mavi | Krzysztof Kieslowski, 1993, İsviçre-Polonya-Fransa, 100′
Platform: blutv.com
Arkadaşlar bu üçlemeyi izlemediyseniz sakın bir ortamda dile getirmeyin, zira arkadaşlarınız gözlerini pörtleterek “nosol özlömözsön yö bö dö sönömöcö olocokson” demek suretiyle sizi örseleyebilirler.
İnsanın bazen bazı kitaplarla ya da filmlerle yolunun keşismesi için olağan üstü haller gerekiyor işte, ne yapalım. Bu film de koronaya kısmetmiş. Henüz sadece üçlemenin ilk filmi olan Mavi’yi izledim. Bir çok insanın Juliette Binoche’ye olan hayranlığının sebebini daha iyi anladım, öncelikle bunu söyleyebilirim. Filmin geneline baktığımda şu an yapsaymış muhtemelen bunları böyle yapmazmış dediğim bazı şeyler var filmde. Çağdaş sinema anlayışıyla, ya da benim sinema algımla baktığımda çoğu eski ve kült filmde böyle yerler oluyor zaten. Bu ufak tefek detaylar dışında film gerçekten büyüleyici. Bir kadının, kocasının ve çocuğunun ölümünden sonra kendisin nasıl tekrar var ettiğini izliyoruz. Filmde ilişkiler, kariyer, yaşam, ölüm gibi bir çok konu irdeleniyor ve oldukça minimal bir anlatımla seyirciye sunuluyor.
Bundan sonra Beyaz ve Kırmızı var. Bence bu renkleri niye seçtiğini araştırmadan filmi izleyin. Bu renklerin temsil ettiği simgeyi okuyunca insan kendisini belli bir anlamı bulmaya zorluyor, filmle olan ilişkiyi kısıtlayan bir durum oluşuyor. Önce izleyip özümsemeye çalışmak sonra film hakkında okumak en iyisi.
5- Her Şey Yolunda | Metehan Şereflioğlu, 2018, Türkiye, 16′
Platform: blutv.com
Bu kısa filmi ilk defa Okan Üniversitesi Kısa Film Yarışması’nın Kısa Film Yönetmenleri Derneği jürisindeyken izlemiştim ve filme en iyi yönetmen ödülü vermiştik.
Ana karakterimiz lise öğrencisi bir erkek. Babası iş kazasında ölmüş, annesiyle yaşıyor ve tekstil fabrikasında çalışıyor. Abisinin askere gideceği dönemden bir kesit izliyoruz. Yaşadığı toplumda var olabilmek için düzene ayak uydurmak zorunda hisseden bir gencin hikayesinin, toplumsal cinsiyet rollerinin erkek dünyasındaki bir yansımasını izliyoruz. Sistemde var olmak için hem dolandırıcılık yapmak zorunda kalıyor hem de Türk milliyetçisi olmak. Bu yanıyla yönetmen, etrafımızda çokça gördüğümüz insanların dünyasını tarafsız kalmaya çalışarak aktarıyor diyebilirim.
Bonus Listeler:
Yazının başında bahsettiğim gibi ücretsiz bir takım platform da mevcut. Ama bu platformlar geçici olarak ücretsiz. İnsanların karantina günlerinde umutsuzluğa kapılmamaları için birer jest diyebiliriz.
1- IDFA (International Documentary Film Festival Amsterdam) arşivinden 300 filmi ücretsiz gösterime açtı.
2- Open Culture‘ın 1150 filmlik listesi ücretsiz olarak erişimde.
3- Documentarist “COVID ONLAYN BELGESEL GÜNLERİ” başlığıyla her gün bir belgesel film paylaşıyor. Facebook sayfalarından takip edebilirsiniz.
4- Mubi‘si olan arkadaşlarınızı taciz edin. Çünkü onlar izledikleri filmi üç kişiye ücretsiz olarak hediye edebiliyorlar. Mesela ben Talking About Trees filmini iki arkadaşıma hediye ettim bile. Üçüncü olmak istersen beni taciz edebilirsin mesela.
İyi seyirler!
Hgk
Yani milyon degilsek de biz de bir degeriz tabi:) Nicelik degil nitelik, verelim coskuyu lutfen!!
Festival Kit
Bizi takip eden o bir kişi için üretiyoruz tüm içeriklerimizi 🙂