Emre- 30.11.2019
  • İzleyici beğenisi ve jüri beğenisinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu somut olarak görmüş olduk. İzleyici ödülünü For Sama filmi alırken, izleyici ödülleri listesinde ilk 10 film arasına bile giremeyen In A Whisper filmi festivalin büyük ödülünü aldı. Festivaldeki tüm filmleri tabi ki izleyemedim ama For Sama da dahil izlediğim sekiz film arasından bence de en iyisi In A Whisper filmiydi. Yönetmenleri Heidi Hassan ve Patricia Pérez Fernández’in diğer filmlerini-eski/yeni-görmek için sabırsızlanıyorum.
  • Türkiye de olsa Hollanda da olsa sinema salonuna geç giren, telefonunun ışığıyla koltuğunu arayarak etraftaki herkesi rahatsız eden, film sırasında konuşan insanlar bitmiyor.
  • Gösterim sonrası soru&cevap kısmında ve panellerde bazı erkek konuşmacılar nedense kendilerine uzatılan mikrofonu enteresan bir bilmişlik ve kibirli bir ifadeyle reddediyorlar ve çıplak sesle konuşmak için diretiyorlardı. Biz seyirciler de bu arkadaşların ne dediklerini pek duyamıyor, dolayısıyla anlayamıyorduk. Bu da bir erkeklik şovu mu, anlayamadım. Evin babası herkese eziyet ediyor gibi bir hissiyat oluşuyor salonda.
  • Geyiklerin boynuzlarını kesip yurt dışına pazarlayarak geçimlerini sağlayan insanların hikayesini anlatan bir film izledik. 60 dakikalık filmin son 10 dakikasına dek o kadar çok geyiklerin yakın plan acı çekmelerini, canlı canlı gözlerine ve ağızlarına dolan kanları seyrettik ki filmin bu endüstriye karşı eleştirel bir yaklaşımı olduğunu düşündüm. Son 10 dakikada işçiler kendilerini “biz buranın siyahileriyiz, yani köleleriyiz” diye tanımlıyorlardı ve film bu boynuzların 400 dolarla 900 dolar arasında bir fiyata satıldığını açıklayan bir metinle bitiyordu. Kafam karıştı. Geyiklere canlı canlı acı çektiren bu insanlara mı üzülmeliydik yani? Gösterim sonrasında söyleşi oldu ve ilk parmağı kaldırıp yönetmene “bu filmde asıl kurbanlar kim? Siz insanları mı yoksa hayvanları mı odağınıza aldınız?” şeklinde soru sordum. “Tabi ki insanları”, dedi. Bizler, ‘Avrupa’daki kendi hayatlarımız’ gibi düşünmemeliymişiz, onlar çok zor koşullarda geçimlerini sağlıyorlarmış. İzleyicilerden bir kişi daha “neden geyiklere uygulanan şiddeti bu kadar yakından çektiniz, amacınız neydi?”, diye sordu. Ona da yine işçilerin ne kadar zor bir iş yaptığının altını çizmek için olduğunu söyledi yönetmen. Sonrasında ise diğer söz alan tüm seyirciler o işçiler hakkında vicdanlı ve anlayışlı olduklarını gösteren sorularını yönelttiler yönetmene. Yönetmen o kadar zevkten dört köşe oldu ki söyleşi bittiğinde son bir söz söylemek için mikrofonu istedi ve “O geyikleri çekmek hiç kolay değildi. En ufak seste bile kaçacak kadar ürkeklerdi ve çok zor koşullarda yakaladık bu görüntüleri”, diyerek geyiklerin ölümüne hissettikleri korku ve güvensizliklerini görmezden gelmeyi kendi yönetmenlik başarısı olarak sundu. Bu şuursuzluk karşısında Ezgi de ben de ne söyleyeceğimizi bilemedik. Filmin sonunda bizim için muğlak kalan “Bu film hayvanların mı yoksa insanların mi hikayesini anlatıyordu?” sorusunun cevabı netleşmiş oldu. Bu olayla birlikte bir eserin yaratıcısından tamamen bağımsız olarak değerlendirilemeyeceğine olan inancım arttı.
  • IDFA genel olarak izlemesi güzel bir festivaldi. İyi filmler, paneller ve söyleşiler vardı. Tabi ki fondaki şehir Amsterdam olunca deneyim de bir farklı oluyor. Tavşan deliğinde kısa bir yolculuğa çıkıyorsun. İstanbul’da dışarı her adım attığımızda yollardan gelen araba ve korna sesleri, egzoz dumanı yerine sadece bisiklet sesi olduğunu düşünün. İnsanların çoğunluğunun da birbirlerine karşı saygılı ve kibar olduğunu… Saldırıya uğrar mıyım, cüzdanım çalınır mı, taksici bana kızar mı korkuları olmadığında hayat daha bir güzel oluyor gerçekten.
  • Amsterdam biraz pahalı evet, ama çok güzel artizan biraları ve vegan kafe/restoranları var. Dört şubesi olan Vegan Junk Food Bar favorilerimden biri. Meatless District, Vegabond, Deer Mama da diğer aklımda kalan güzel vegan mekanlar. Ayrıca bizim girdiğimiz her markette vegan ürünler satılıyordu.
  • Beyond Meat diye bir markanın ürettiği bitkisel etlerden denedik. Ayrıca bir de yine tamamen bitkisel ve tadı tavuğa benzeyen bir salam denedik. Beyond Meat’in tadı o kadar dana etine, vegan salam da o kadar tavuk tadına benziyordu ki yerken midemiz bulandı. Gerçekten, vegan ürünlerin tadını gerçek ete benzetmek hiç de iyi bir fikir değilmiş. “Ben asla etsiz yaşayamam” diyen ve çevre/sağlık nedeniyle vegan olan/olmayı düşünen biri için belki iyi olabilir ama etik bir vegan için kesinlikle travmatik bir deneyim. Artık yiyecek/giyecek olarak görmeyi bıraktığım canlılara ihanet etmiş gibi hissettim kendimi. “Seni yemek istemiyorum ama yediğim şeyin tadının sana benzemesini istiyorum.” Çok ucube ve ürkütücü bir yaklaşım.
  • İzlediğimiz filmler hakkında ayrıntılı yorumlarımızı Video sayfamızdaki IDFA bölümümüzde bulabilirsiniz.