Diyalog- 08.11.2019

Yönetmen, Senarist: Levan Akin
113′ Filmekimi

Ezgi: Ben filmden çok etkilendim izlerken, bazı filmlerde olduğu gibi günler sürmedi ancak birkaç sahne dışında filmin aşina olmadığım dünyasına kolay uyum sağladım. Çocukluktan beri hissettiğim, ergenlikte zirve yapan, toplumun beni kabul etmeyeceği korkusu ile ilk gençlik flörtlerinin heyecanı arasında gidip geldim. Sen nasıl buldun?

Emre: Ben de film boyunca çok keyif aldım her dakikasından. Evet belki sinemaya dair yeni bir şey söylemiyordu ve klasik bir yapısı vardı ama içerik konusunda çok duygusallaştım. Hem genç bir insanın kimliğini bulma çabası ve bu sırada etrafını saran dünyanın kimliğini bastırması gerektiğini söylemesi/hissettirmesi karşısında hissettiği sıkışmışlık hem de kariyeri için savaşan bir insan olması özdeşleşme yaşamamı çok kolaylaştırdı. Bir de bu kariyerin dans olması ayrıca etkiliydi benim için. Dansçı değilim ama bazen kendimi dansçı olarak hayal ederken buluyorum itiraf etmek gerekirse. Ayrıca film Gürcistan’da geçiyordu, bir karakter de Batum’dandı. Biliyorsun benim de köklerimde Gürcülük var. Şu e-devlette baktığımız soy ağacı kaydında 1844’te doğan atamın doğum yeri Batum. Bunun da bir etkisi vardır belki filmle bağ kurmamda. Her ne kadar filmde kötü yönlerini de görmüş olsak da kendi kültüründeki halk dansını severek yapan, bunu paylaştığı arkadaş grubuyla eğlenceli partiler düzenleyen gençler görmek biraz imrendirdi o kültüre karşı. Çok mu duygusal bakıyorum sence?

Ezgi: Sinema’ya duygusal yaklaşmak gerekli değil mi bir yandan da? Ben filmi yapan kişi olsam birisinin filmimi izlerken aşırı duygusal yaklaştığını bilmek beni tatmin ederdi. Her şeyi kendi yaşamımıza göre değerlendiriyoruz bence ve ne kadar kişisel bir şey bulursak o kadar anlayabiliyoruz. Ben de kendi kültürümü düşünürken buldum kendimi filmde, Gürcü olmamama rağmen. Ama en çok etkilendiğim şey galiba iyi şeylerin olduğunu izlemekti. Film her ne kadar sinemasal başyapıt olmasa da beni yaşamıma yaklaştırdı, çocukluğumu affetmem konusunda telkin etti. Daha da özgürleşeceğimi hatırlattı. Bir filmde önemli olan şey sadece sinemasal değeriyle mi kısıtlıdır?

Emre: Bunu sorduğun iyi oldu aslında. Ben de bunu düşünüyorum zaman zaman. Sinema sanatının kendisine dair derin bir yaklaşımı olmayan filmlerden zevk aldığımda kendimi biraz suçlu hissediyorum sanırım. Bu da mesleki dejenerasyondur belki. Mesleğimle ilgili konularda yüzeysel görünmekten korkuyor da olabilirim. Bu da bir çeşit bastırılma sanırım. Duygusal değil ama entelektüel bir şiddet. Diğer sinemacılar tarafından yargılanma korkusu. Bu, filmden ne beklediğinle de alakalı bir konu. Ya da filmin ne vermek istediğiyle. Kimi filmler tüketilmek için varlar. Kimileri sosyal, toplumsal etki yaratmak için. Kimileri sanatsal üretimin kendisi için. Filmi izlediğin platform da önemli hale geliyor bu ayrımda. Netflix mi, film festivali mi, vizyon mu? Sanırım filmleri festivallerde izlediğimde biraz daha arthouse bir yaklaşım bekliyorum. Senin için böyle bir ayrım var mı?

Ezgi: Çok katmanlı işler olduğu sürece her gruba dahil olan filmlerde kişisel bir şeyler bulabiliyorum. Gündemimi meşgul eden en büyük problemimi bir süper kahramanda görebiliyorsam filmin neye hitap ettiğinin ne önemi var. Ama dediğin gibi festivalde izlediğim bir filmi daha sert eleştirebiliyorum. Genç Ahmet’ten çıktıktan sonra ilk söylediğim ne kadar büyük bir zaman kaybı olduğuydu. Ama başka bir mecrada izleseydim daha az eleştireceğime eminim. Yine de bahsettiğin ayrım daha az galiba benim için. Yaptığımız bu film diyalogları şunu fark ettirdi; kişiden kişiye yargılama kıstasları ne kadar farklı. Bu filmle ilgili yaklaşım farklılıklarımızı merak ediyorum şu an. Filmlerde müzik kullanımının çok ince bir sınırı var, çoğu zaman ne hissetmemiz gerektiğini dikte eden yaklaşımlar oluyor. Bu film için olabilecek tehlike de filmin bir müzik klibine dönmesiydi bence. Çünkü müzik filmin başından sonuna kadar varlığını unutturmuyor. O sınırı aşmadığını düşünüyorum ben.

Emre: Bence de aşmamıştı. Çünkü çok uçlarda bir dramatik etki yaratmaya çalışmıyordu müzik kullanımı. Filmin konusu itibarıyla dans ve müzik sürekli bir parçasıydı ve bence iyi kullanılmıştı. Şuan yüzde yüz emin değilim ama hatırladığım kadarıyla müzikler hep film dünyasının içinde (diegetic) var olan müziklerdi, gaipten gelen (non-diegetic) müzikler değildi. En azından çoğunluk bu şekildeydi. O yüzden ajitasyona varan bir müzik kullanımına gitmemişti film. Ve de müzik seçimleri güzeldi. Ayrıca protagonistimizi (Merab) de çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Geleneksel versiyonda daha maskülen bir dans olan Gürcistan halk dansını kendi efemine tarzıyla yorumluyordu ve inanılmaz estetik görünüyordu. Henüz filmin çok başında hocası tarafından daha erkeksi dans etmesi konusunda baskılandığı için film boyunca kendini dizginleyen bir karakter izledik. Ama film boyunca olan olayların isyan ettiren bir ruh halini doğurması karakterimizi de cesaretlendirdi ve finalde bu isyanın dışavurumu diyebileceğimiz harika bir dans performansı izlettirdi. Bu dansı da kendi tarzıyla yaptı. Ve o kadar güzel yaptı ki ataerkil tutuma sahip olan hocası bile sesini çıkartamadı. Filme dair en sevdiğim şeylerden biri bu isyan ruhuydu. Ama Batum’dan gelen ve Merab’ın aşk yaşadığı karakter, Irakli, biraz arada kalmıştı sanki. Bazen sırf Merab’ın hikayesi devam etsin diye uydurulmuş derinliksiz bir karakter olduğu izlenimini verdi bana. Sen ne düşündün? Merab dışındaki karakterler inandırıcı mıydı?

Ezgi: Merab hakkında söylediklerine kesinlikle katılıyorum. Oyunculuğu da çok başarılıydı ayrıca. Iraklı, hepimizin hayatına bir dönem giren ve artık görüşmediğimiz o insan aslında, hayatı bizim anlayabildiğimizden karışık büyük ihtimalle ve sorunlarının ağırlığı onu boşvermiş yapmış. Senarist de yazarken Iraklı’nın boşvermişliğinden ilham almıştır belki. Beni Merab ile çocukluğundan beri dans partneri olan ve herkesin gelecekte birlikte olacaklarına inandığı Mary arasındaki ilişki de etkiledi. Hem ilişkide olduğun insana ihtiyaç duyuyorsun hem de ondan kurtulmak istiyorsun. Bu çelişki filmin gerilimini arttırırken, gereksiz bir drama olmadan iki karakterin dayanışma içinde olduğunu görmek filmin genel hissine çok uygundu. Yeni hayatına devam ederken Merab’a zarar vereceğine inandığımız herkes ona destek oluyor. Filmin sonunu izlerken tam da bu hislere ihtiyacım olduğunu düşündüm. Baştaki konuya dönersem, filmi iyi yapan şey izleyenin kendisine varolma alanları açması için ilham vermesi bile olabilir sadece.

Emre: Evet, haklısın. Bu durumda sinema filmini-en azından bazı durumlarda- yaratılmak istenen his, duygu veya düşünceye ulaşmak için bir araç olarak görmek gerekiyor sanırım. Tabi ki “araç mesajın kendisidir” gibi bir yaklaşım da mevcut ve ben kendi filmlerimi yaparken aracın formu üzerine çok kafa patlattığım için izlediğim filmlerde de bu arayışta oluyorum sanırım. Ama dengeyi iyi kurmak önemli. Bazı filmler gerçekten de içerik olarak insanın kendi hayatı üzerinde çok etkili oluyor ve bu da sinemayı toplumun pozitif dönüşümü/gelişimi için önemli bir araç haline getiriyor. Bu da öyle, dönüştürücü bir filmdi.

Filmin soundtrack albümü