15.05.2020

Emre- Normalde merak ettiğimiz filmleri görmek için çok bekleriz ama bu sene Visions Du Réel’in online yapılması sayesinde Mimaroğlu filmini erkenden izleme fırsatı bulduk. Filmin yapımcıları ve yönetmeni için belki prömiyerlerini bu şekilde yapmak çok da heyecanlı olmamış olabilir gerçi, emin değilim. Bu durum kafamı kurcalıyor bir süredir. Filmim önemli bir festival tarafından seçkiye alınsa ve sonra bir sebepten prömiyeri online yapacaklarını söyleseler kabul eder miydim ya da ne hissederdim?

Öncelikle şurası kesin, filmin başına Visions Du Réel Resmi Seçkisi logosu koyulması filmin sonraki festival yolculuğu ve satışları için eminim olumlu anlamda çok şey değiştiriyordur. O yüzden karşı koymak zor olsa gerek. Diğer yandan festivallerin en güzel yanı farklı ülke ve şehirlerde festivalin enerjik atmosferinde yeni insanlarla tanışarak, etkinliklere dahil olarak, yeni bağlantılar kurarak bir deneyim yaşamak.

Mimaroğlu’nun içeriğine girmeden önce bu konuda biraz düşünmek istedim. Sen böyle bir durumda olsan ne yapardın?

 

Ezgi- Sektörde bilinen festivallerde filmini gösterebilmek filmin kariyerini mutlaka olumlu anlamda etkiliyordur. Ayrıca insanların imkansızlıklar yüzünden gidemediği bir festivalin online gerçekleşmesi, hem filmlerin bir kısmına hem de masterclass’lar gibi endüstri etkinliklerine ulaşmamızı sağlıyor. Bu açıdan bakınca online gerçekleşecek bir festivale filmimi gönderirdim. Fakat diğer açıdan da sinema salonunda izlenmesi için yaptığın filmin nerede izleneceğini kontrol edememiş oluyorsun. Ben Mimaroğlu’nu izlerken bütün sesleri, tüm mekana yayılmış hoparlörlerden dinleme ihtiyacını çok hissettim. Evde projeksiyonla ve ses sistemleriyle sinema deneyimine sadece yaklaşabiliyoruz. Benim gibi tanımadıklarıyla sosyalleşmeyi pek sevmeyen birisi için bile sinemada tanımadığın insanlarla bir deneyimi paylaşmak çok güzel bir his.

 

Emre- Mimarloğlu’nu izlerken ben de daha kaliteli bir ses sitemine ihtiyaç duydum kesinlikle. Sinema için yapılan bütün filmler tabi ki sinemada izlenmeli ama bazı filmler daha çok bunu gerektiriyor sanırım ve Mimaroğlu da o filmlerden biri.

Film görsel ve işitsel anlamda sürekli bir devinim içinde ilerliyor ve bir parça da soyut bir yol izliyor. Görüntü ve müzik filmde yer alan röportajları desteklemek için birer öğe olarak değil, kendi özgünlükleriyle var oldukları bir yapı içerisinde kullanılmışlar ve buna çok saygı duydum. Belgesel sinemayı sinema yapanın tam da bu olduğunu düşünüyorum. Bir çok belgeselci, ilk filmlerimde benim de yaptığım hatayı yapıyor ve elindeki malzemeye güvenip onun imkanları dahilinde bir yapı oluşturmak yerine röportaj metinleri üzerinden bir yapıyı ön plana koyarak diğer ses ve görüntü unsurlarını destekleyici öğe olarak kullanıyorlar. Mimaroğlu yaratıcı belgesel anlamında çok iyi bir örnek. Elindeki malzemeye güvenerek, arşiv kayıtları ve röportajlardan da yararlanarak çok özel bir iş, yaratıcı bir deneme belgesel ortaya çıkartılmış diye düşündüm izlerken.

Ezgi- Katılıyorum sana. Müzikle uğraşan birini anlatırken, onun sana hissettirdiklerinden yola çıkarak derdini anlatmaya çalışırken, onun müziklerini bu kadar yoğun kullanmak çok doğru bir karar olmuş. Görsel anlamda da İlhan Bey’in arşivinden kendisinin çektiği görüntüler çok güçlüydü. Yönetmen filmi yaparken kendisi de çekimler yapmış. Bazı güncel şehir görüntüleri de vardı. İlhan Bey’in yaptığı filmde yaşamını idame ettirmesi ile ilgili söylediklerini duyduktan sonra, nasıl yaşamalı sorusunun ne kadar zamansız olduğunu düşündüm. Bu hislerimin güncel şehir görüntüleri ile desteklenmesi, benimle 50 yıl önce yaşayan başka bir insan arasında bir bağ kurdu. Hem para kazanma kaygısının sanatına ya da yapmayı sevdiği şeylere etkisi hem de yaşamla ilgili genel kaygısı zamansız olduğu gibi evrensel de. Bence yönetmenin bize aktarmaya çalıştığı bir bağ. Burada filmden aldığım bir ilhamdan da bahsetmek istiyorum. Filmin başından sonuna kadar İlhan Bey’den bana hüzün ve uyumsuzluk hissi geçti. Ama dışarı çıkıp, farklı sokaklarda, mahallelerde fotoğraf ve video çekmeye başladığı sahnede içim ferahladı. Çıkıp kendine var olacağı bir alan yaratması beni çok etkiledi.

 

Emre- Benim de İlhan Mimaroğlu’yla mesleklerimiz bakımından farklı olsak da kendimi yakın hissettiğim konu o oldu. Hissetiği uyumsuzluğu, belki varoluş acısını hafifletmek için sürekli bir şeyler üretmeye çalışıyor. Belki böylece yalnızlık ve çaresizlik hissinden kurtuluyor. Burada yalnızlık diyorum çünkü her ne kadar İlhan Mimaroğlu örneğinde iyi anlaştığı eşi Güngör Mimaroğlu yanında olsa da varoluş acısı çoğu zaman tek başına katlanman gereken bir şey oluyor. Yanında bir partnerin varsa en azından yolu onunla yanyana yürüyor, beraber acı çekiyorsunuz gibi geliyor bana. Ve mutlaka partnerinin getirdiği bir kolaylık mevcut bu yolculukta. O yüzden İlhan Mimaroğlu’nun ölümü Güngör Mimaroğlu’nun perspektifinden bakarak içimi fena burktu. Filmin sonunda Güngör Mimaroğlu’nun Türkiye’ye döndüğünü görmek, İlhan Mimaroğlu olmadan hayatını sürdürmek zorunda kalması ölüm ve yaşama dair hayatalarımızda muhtemelen düşünmekten kaçtığımız bir katmanı gösterdi bize. Bu anlamda da yönetmen Serdar Kökçeoğlu’nun yaklaşımını çok beğendim.

Umarım yakın zamanda Türkiye’de bir gösterim olur ve bir kez daha izleriz.

Mimaroğlu resmi web sitesi.