Emre- 17.03.2020
Evde geçen günleri değerlendirmenin izleme/okuma etkinlikleri dışında yollarını düşünürken fark ettim ki blog yazma dürtüme engel olamıyorum. Ama her izlediğim filmle ilgili yazmak da pek kolay olmuyor. İzlemek, üzerine düşünmek ve bu düşünceleri cümleye dökmek için ayrı bir enerji gerekiyor. O yüzden ara ara daha basit yazılar paylaşmaya karar verdim.
Yaklaşık iki ay önce Paris’teydik. Paris’in Metropolis (Fritz Lang, 1927) filminden çıkmış bir mekana benzeyen Charles De Gaulle havaalanına ayak bastığımızda Paris’te görülen ilk korona vakası haberi de gelmişti. Ama henüz doğrulanmamış tek tük haberler vardı, o yüzden çok panik yapmadan seyahatimizin tadını çıkardık. (Döneli de iki ay oldu, bildiğimiz kadarıyla hastalık kapmadık)
Bu kez bir film festivali için değil, Ezgi’nin işiyle alakalı bir eğitim programı sebebiyle gitmiştik. Ezgi ve iş arkadaşları eğitimdeyken ben de bol bol Paris sokaklarında serserilik yaptım ve fotoğraf çektim. Döndüğümden beri de bir türlü oturup fotoğraflardan seçki yapacak fırsatı bulamamıştım. Hazır şimdi eve kapanmışken tam zamanı dedim ve dolaştığım yerleri, aldığım kısa notlar ve çektiğim fotoğraflarla beraber paylaşmaya karar verdim. Tabi ki çoğu zaman nereye gittiğimi bilmeden yürüdüğüm için bazı fotoğrafların lokasyonunu veremeyeceğim maalesef.
Buyursunlar!
Paris Metrosu
Paris’in hemen hemen her yerine metro hattını kullanarak gidebiliyorsunuz. Tek binişlik biletin fiyatı £1,90. Ezgi eğitime servisle gittiği için sadece gerektiği zaman bilet aldı ama ben sürekli kullandığım için £28’ya haftalık pass aldım. Bunun £5’su yeni kart ücretiydi. Artık kartım olduğu için bir sonraki haftalık yüklemem £23 olacak (hadi bakalım, kısmet). Paris metrosunda en çok sevdiğim şey tasarımlarının nostaljik olması. Belki ilk yapıldığından beri tasarımı hiç değişmedi belki bir noktada nostaljik tasarım yapmaya karar verdiler, bunu bilmiyorum ama tahminim birincisi olduğu yönünde. Çünkü bir çok kafe, sinema vs. hala oldukça nostaljik tasarıma sahip.
Le Champo Sineması ve Kafe Le Sorbon
Le Champo sineması çok eski bir tarihe sahip. Latin mahallesinde olan bu sinema art-house filmler gösteren ve zamanında François Truffaut gibi ünlü Fransız sinemacıların müdavimi oldukları, şu an hala aktif olan bir sinema. İçine girip film izlemesem de karşısındaki Le Sorbon kafeye oturup Bordeux şarabı eşliğinde romantizmimi yaşadım (tek başımaydım, romantizmi sinemayla yaşadım). Le Sorbon güzel şarapları, İngilizce konuştuğunda surat asan garsonları ve yuvarlak masalarıyla klasik bir Fransız kafesi.
Le Champo’ya yürürken şans eseri önünden geçtiğim bir diğer sinemayı da paylaşmadan edemeyeceğim!
Ve tabi ki Cinematheque – Musee Du Cinema
Metropolis filminden bir takım aksesuar ve çizimler, Lumière kardeşlerin çektiği ilk filmler, icat edilen ilk kameralar ve projeksiyon cihazları gibi görmesi keyifli eserler barındıran bir müzeydi. Özellikle sinemayla ilgilenen herkese bu müzeyi görmelerini öneririm.
Grev
Paris’e gidip de en az bir greve denk gelmemek zor sanırım. Grev zamanı bir çok metroda seferler duruyor ya da sayısı azalıyor. Ama önceden haber verildiği için metro hattının başka aktarma istasyonlarını kullanarak gideceğin yere ulaşabiliyorsun.
Père Lachaise Mezarlığı
Jim Morrison, Oscar Wilde, Ahmet Kaya gibi bir çok ünlünün yattığı mezarlık. Tabi mezarlıktan çok heykel müzesi gibiydi.
Ezgi ve Ece
Tabi ki her gezinin en önemli kısımlarından biri kiminle geziyor olduğun. Ezgi’yle zaten bir çok gezi maceramız olduğu için birbirimizin ritmini ve huylarını öğrendik, o yüzden her zaman çok güzel geziler yapıyoruz. Bu kez sevgili arkadaşımız Ece de bizimleydi. Onun da uyumlu bir insan olması sayesinde yine her şey çok keyifliydi.
La Belle Hortense
Kitap kafe ve şarap evi konseptlerini birleştirmiş bir kafe kendisi. İki kez önünden geçtim, ikisinde de Ezgi ve Ece’yle otururuz belki diye içeri girmekten vazgeçtim. Sonra başka planlar arasında unutuldu maalesef. Bir sonraki sefere artık.
Sokaklar
Paris sokaklarında boş boş dolaşmak tüm hafta boyunca en çok zevk aldığım etkinliklerden biriydi. Bir çok sokağa hayran kaldım. Özellikle Bastille ve Latin Mahallesi çevresi çok güzel. Dolaşırken rastgele çektiğim bazı fotoğrafları da bu başlıkta paylaşmış olayım. Sokak, bisiklet, araba, bina… O an ilgimi çeken her şeyi çektim.
Paris gezimiz böyleydi işte. Umarım en kısa zamanda dünya normale döner ve yeni geziler yapma şansımız olur. Ve tabi dünyayla beraber Türk lirası da biraz normale dönerse daha rahat gezebiliriz diye düşünüyorum.
Sevgiler!