Emre- 30.04.2020

Bu yıl festivalde dünya prömiyerlerini yapan iki Türkiyeli yönetmenin filmleri var.

Pageant | Eytan İpeker

Biri Eytan İpeker’in Pageant filmi. Dün izleme fırsatı buldum. Yahudi soykırımından canlı kurtulan kadınların katıldığı bir güzellik yarışması düzenleniyor. Fakat yarışmada kadınların dış görünüşü değil hayat hikayelerine puan veriliyor ve sonunda dünyaya verdikleri mesajlar dinleniyor. En etkileyici hikayesi olan ve en iyi mesajı veren kazanıyor. Çok enteresan buldum bu etkinliği.

Başta çekilen acılara karşı bir farkındalık yaratmaları, insanların yaşadığı travmaları birbirleriyle ve dünyayla paylaşmalarını sağlıyor olmaları çok değerli diye düşünürken vakit geçtikçe acılar üzerinden bir yarış olması fikri beni irrite etmeye başladı. Hatta filmin bir yerinde seyircilerin oturduğu masalardan birinde yarışmacılardan biriyle ilgili bir konuşma geçiyordu. Yarışmacının Auschwitz kampından kurtulduğunu duydukları için birden heyecanlanmalarını ve kadının ismini öğrenip listede onu armaya başlamalarını izliyoruz.

Bir yanda Viktor Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı kitabında anlattığı anıları ve geliştirdiği varoluşçu terapiyle bu etkinliği bağdaştırırken diğer yandan liberalizmin getirdiği ‘kendini gerçekleştirme’ baskısının acıları da kendi yararına kullanmayı başardığını düşünmekten kendimi alamadım. Bu düşüncelerden hangisi baskın emin olamadım, bunu da yönetmenlik başarısı olarak görüyorum. Kendi düşüncesi ve yargısı ne olursa olsun filmde bunu belirginleştirmemeyi başarmış, bu sayede izleyici olarak filmle rahat bir ilişki kurabiliyoruz.

https://www.eytanipeker.net/thepageant

 

Mimarloğlu | Serdar Kökçeoğlu

Diğer Türkiyeli yönetmen Serdar Kökçeoğlu’nun filmi Mimaroğlu’nu ise henüz izleyemedim. Festival bitmeden onu da izlemeyi planlıyorum. İzler izlemez onunla ilgili düşüncelerimi de yazacağım ama en azından öncesinde sinopsisini paylaşmak sitedim.

Sinopsis: İlhan ve Güngör Mimaroğlu çifti, 1960’ların başında İstanbul’dan New York’a taşınarak yeni bir hayata başlar. İlhan Mimaroğlu, avangart müziğe olan ilgisinin sonucunda Columbia Üniversitesi’ndeki çalışmalarıyla elektronik müziğin öncü bestecileri arasında yer alacak, Güngör Mimaroğlu ise altmışlı yılların başından itibaren sokakları kasıp kavuran özgürlükçü eylemlerde en ön sıralarda yer alarak cesaretiyle, politik bilinciyle örnek bir duruş sergileyecektir. “Mimaroğlu”, pek çok yönden birbirini tamamlayan bu iki radikal ruhun hikayesidir.

http://mimaroglufilm.com/

Online Sohbet: Korona Günlerinde Film geliştirme ve Üretme

Dün festivalin online konuşmalar bölümündeki “Korona Günlerinde Film geliştirme ve Üretme” başlıklı programını izledim.

Programda festival programcısı ve yönetmenlerden oluşan bir grup içinde olduğumuz dönemin film üretimini nasıl etkilediğini konuştular. Not aldığım bazı cümleleri paylaşıp genel bir fikir oluşturmaya çalışacağım. Notların yarısını İngilizce yarısını Türkçe alıp sonradan Türkçe’ye çevirdiğim için devrik cümleler olabilir, şimdiden özür diliyorum.

  • Karantinaya girdiğimizden beri şimdi bu şartlarda ne çekebiliriz diye düşünüyoruz ama belki de biraz durmaya ihtiyacımız vardır. Belki yeni görüntüler çekmeye ara verip, mevcut görüntüleri, arşiv görüntüleri keşfetmeye ihtiyacımız vardır.
  • Bu yeni durum aslında beraberinde bir yaratıcılık da getiriyor. Öğrencilerime de her zaman bazı limitasyonlar vermişimdir. Şimdi içinde bulunduğumuz durumun limitasyonları yeni araçlar ve yeni film üretme biçimlerini beraberinde getiriyor. Şu an içinde bulunduğumuz normal bir durum değil, öyleymiş gibi davranmamıza gerek yok. Bu yeni durumu anlamaya çalışırsak belki filmlerimizde de daha önceki normal yaşantılarımızda keşfetmediğimiz yeni şeyler keşfedebiliriz.
  • Ben bu konuda iki uçlu düşünüyorum. Durup hiçbir şey yapmamakta da sorun yok. Belki gerçekten de buna ihtiyacımız vardır. Ama diğer yandan karantina süreci öncesinde çekim aşamasında olduğum bir film vardı ve onun yarım kalması beni üzüyor. Karantina süreci bittiğinde bile normale dönmek, çekeceğim bir karakterin evine girebilecek kadar normalde dönmek ne kadar zaman alacak bilemiyoruz. Bu da beni biraz üzüyor açıkçası.
  • Karantina başladığında bir şeyler üretmek için içsel bir baskı hissediyordum. Diğer yandan da bekleyip ne olacağını görmem gerekir diye de düşünüyordum. İlk birkaç hafta hangisini yapacağımdan emin olamadım ama şimdi beklemem gerektiğinden eminim. Korona benim gündemimi o kadar meşgul etmiyor, kendimi film üretme anlamında ona adapte etmem gerektiğini düşünmüyorum. Bekleyip ne olacağını görmek istiyorum.

Anladığım kadarıyla bir çok insan birbirleriyle benzer duyguları yaşıyor. Bir şeyler üretmeli kaygısıyla, biraz durup sakinleşmeliyim arasında gidip geliyoruz. Bence herkes kendinde neye ihtiyacı olduğunu keşfedip ona göre davranmalı. Bunun tek bir doğru cevabı olduğunu düşünmüyorum.

Bunlar dışında film festivallerinin ve sinemaların geleceğiyle ilgili de konuşuldu. Konuşmacılar bir yandan sinemaların geleceğine dair kaygılarından bahsederken diğer yandan insanların fiziksel iletişim kurarak, birbirleriyle tanışıp kahve içerek bu deneyimi yaşamak istediklerini dolayısıyla sinema salonunun teknik imkanlarından ve duygusal etkisinden, ayrıca festivallerin insanları bir araya getirici özelliğinden mahrum kalmak istemeyeceklerini dile getirdiler.

Benim hep merak ettiğim soru şu; bir filmin prömiyerini online yapmak, fiziksel olarak yapmayla kıyaslandığında filmin değerini düşürür mü?

Maalesef soruyu sorduğumda artık etkinliğin bitme saati çok yaklaşmıştı ve benim soruma sıra gelmedi. Bu konuda düşünce paylaşmak isteyen olursa lütfen yazsın, insanlar ne düşünüyor, önümüzdeki festivallere online edisyon olacağını bilseler bile film yollarlar mı, bunları çok merak ediyorum.

Bugün Petra Costa’nın masterclass etkinliği var, onu da tekrar hatırlatayım. Saat 3’te gerçekleşecek, bizim saatimizle 4’te.

Sevgiler!